Son dönemde Türkiye'de kadın cinayetleri ve kadın hakları konuları tekrar gündemin merkezine oturdu. Bu bağlamda, ilk kez bir kadın, yaşadığı trajediyi sosyal medya aracılığıyla seslendirdi. Sena, kendisinin bir kadın cinayeti mağduru olarak anılmak istemediğini vurguladı. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların maruz kaldığı şiddetin farkındalığı açısından önemli bir tartışmayı beraberinde getirdi.
Sena, yaşadığı bir olay sonrasında birçok kadının karşılaştığı şiddet ve baskı konularında sesini yükseltmekte kararlı. Katıldığı bir konferansta, 'Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum. Ben, Sena'yım. Benim hayatımın, bir kadının hayatının bir istatistik olarak geçmesini istemiyorum,' ifadelerini kullandı. Bu çığlık, yalnızca kişisel bir başkaldırı değil; aynı zamanda toplumun her kesimine bir mesaj niteliği taşıyor. Kadınların yaşadığı şiddet olaylarının, sadece bireysel trajediler değil, toplum sağlığına yönelik bir tehdit olduğunu hatırlatıyor.
Son yıllarda Türkiye'de artan kadın cinayetleri sayısı, toplumsal normların yanlış anlaşılmasından ve cinsiyet eşitsizliğinden büyük ölçüde kaynaklanıyor. Sena'nın durumu, bu sorunların canlı bir örneği. Yapılan araştırmalar, kadınların yüzde 38'inin bir tür şiddete maruz kaldığını gösteriyor. Ancak bu tür olayların tanımlanması ve kamuoyuna aktarılması konusunda yaşanan sıkıntılar, durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Sena'nın bu konudaki duruşu, birçok kadının ses bulmasına ve kendi hikâyelerini paylaşmasına ilham olacak gibi görünüyor.
Sena'nın durumu, ayrıca toplumsal farkındalık yaratma çabalarına da katkıda bulunuyor. Kadın cinayetleri Türkiye'de yalnızca bireysel birer kayıp değil, aynı zamanda toplumsal bir trajedi. Kadınların hakları ve varoluşları üzerinde süregelen baskılar, toplumun genel sağlığı üzerinde de büyük bir etki yaratıyorken, bu konunun adalet mekanizmasında nasıl işlediği de sorgulanıyor. Sena, kendi sözleriyle, ‘Benim adım çok fazla cinayet haberi duyduğumuzda anımsanmak istemiyor. Umuyorum ki, bu konuya daha fazla dikkat çekebileceğim ve başkalarıyla dayanışma içinde olabileceğim bir ortamda konuşabilirim’ diyor.
Sena'nın mücadele ve onurlandırma çabası, kadınların hakları için yürütülen mücadelede önemli bir dönüm noktası olabilir. Kadın cinayetlerinin sadece bir istatistikten ibaret olmadığını, her birinin eril şiddetin bir ifadesi olduğunu kabul etmeli ve bu meseleye çözüm bulmak için birlikte hareket etmeliyiz. Kadınların hayatları ile ilgili kararlar alırken, onların sesi ve sözü ile hareket etmeliyiz. Toplum olarak, kadınların yalnızca güvenli bir yaşam değil, aynı zamanda kendilerini ifade edebilecekleri bir alan oluşturmamız gerektiğinin bilincine varmalıyız.
Sonuç olarak Sena'nın deneyimleri, birçok kadının yaşadığı acıları paylaşmasının yanı sıra, toplumsal bir duruş geliştirmek için de birer fırsat sunuyor. Kadın cinayetleri ve şiddet konularında yapılacak her türlü çalışma, bu tür olayların üstesinden gelebilmek ve toplumda farkındalık yaratmak açısından kritik önem taşıyor. Kadınlar, yaşamaktan ve var olmaktan korkmadan seslerini duyurmalı, adalet arayışında yalnız olmadıklarını hissetmelidir.